Bir Kahveyle Başlayan Hikâyeler: Belgrad’da Küçük Bir Kafede Ne Öğrendim?

 



Belgrad’da, rehber kitaplarında adı geçmeyen, Google yorumları bile olmayan dar bir sokakta yürürken, vitrininde elde yazılmış bir menü duran küçük bir kafe dikkatimi çekti. Ne bir zincir markanın şıklığı vardı ne de turistleri cezbeden o çok bilindik ortam. Ama işte bazen insanın iç sesi konuşur: “Buraya gir.”

İçerisi sıcaktı. Hem atmosfer olarak, hem de ruhen. Duvarlar eski plaklarla, sepya tonlarında fotoğraflarla doluydu. Barın arkasında kır saçlı, gözlüklerinin üzerinden bakan biri gülümsedi. İngilizcesi azdı, benim Sırpcam hiç yoktu ama bir şekilde kahve siparişini verdim. O sırada fark ettim: burada herkes birbirini tanıyor gibiydi.

Kahvem gelirken yaşlı bir adam, gazetelerini toplayıp yanıma oturdu. Önce başıyla selam verdi, sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı. Bozuk İngilizcesiyle ama tutkuyla anlattı. Gençliğinde caz çaldığını, kafenin aslında yıllar önce müzisyenlerin buluşma noktası olduğunu, savaş zamanı burada gizli konserler verildiğini söyledi. O küçük kafe, bir zamanlar direnişin, özgürlüğün, kültürün nabzını tutan bir yerdi.

Orada otururken şunu fark ettim: seyahat dediğimiz şey sadece yeni yerler görmek değil; başka hayatlara, başka geçmişlere kısa bir süreliğine misafir olabilmek. Ve bazen bir fincan kahve, sizi koca bir tarihle tanıştırabilir.

Belgrad’daki o küçük kafeden çıktığımda hava hâlâ aynıydı, ama ben değişmiştim. O sabah sadece kahve içmedim; insan hikâyelerinin ne kadar kıymetli olduğunu, rastlantıların bizi nasıl derinleştirdiğini öğrendim.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski